15 Nisan 2016 Cuma

Sizce devletimizin böyle bir araca sahip olması gerekmez mi ?

Cumhurbaşkanlığı Cadillac Marka Cenaze Arabası satın aldı. Bu haber üzerine bir çok haber sitesi bu durumu abartarak ak parti devletine yorumladı. Peki sizce devletimizin böyle bir araca sahip olması gerekmez mi ?  Çok fazla mı parası buna değer mi ? 
Cumhurbaşkanlığı araç filosuna 750 bin dolar değerinde bir Cadillac marka lüks cenaze aracı eklendiği için bir kızgınlık var ama bu araçtan dünyada sadece 12 adet var. O yüzden fiyatı bu kadar yüksek ve eşsiz özelliklere sahip. Devlet adamlarının vefat etmelerinde kullanılacağını biliyoruz sadece. Peki ya bilmediğimiz özellikleri nelerdir? 
Bu araçla devlet büyüklerimiz Hz. peygamberimizin miraca yükselmesi misali miraca kadar yükselebilecek böylece kabir azabı çekmeyecek. Ayrıca sırat köprüsünde AKP iktidarı döneminde yapılan duble yol sayesinde bu araçla son yolculuğuna uğurlanan devlet büyüklerimiz rahatlıkla hızlı bir şekilde cennetteki köşklerine kavuşup, hurilerle sevişmeye başlayabileceklerdir. 
Ayrıca; bu araç sayesinde devlet büyüklerimiz bütün servetini malını mülkünü de beraberinde diğer tarafa götürebilecekler.
Bunlardan bi haber olan gafiller işi sadece AKP'yi karalama çalışmasına çeviriyorlar. 
Hem firavunda servetini kendisi ile birlikte diğer tarafa götürmüyor muydu. Neden kimse firavunu eleştirmiyor da konu cumhurbaşkanımız (S.A.V) olunca eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. O ne yapıyorsa halkı için yapıyor. Diğer tarafta da başımızda olabilmek için bütün çabası. 

14 Nisan 2016 Perşembe

Bir şey yapmalı

Hatırlayanlar olacaktır; Şafak Bay kamuoyunun bildiği şekliyle Şafak öğretmen öz kardeşimdir. Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformunun kurucusu ve ataması yapılmayan öğretmenlerin sembolü olmuştu.
Tedavi olabilmek için Amerika'ya gideceğimiz günden bir hafta kadar önceydi, İlkay Akkaya ile görüşüp Şafak'la bir düet yapmasını rica etmiştim. ABD'de olduğumuz zaman zarfında yayınlar, gerekirse kamuoyu desteği bulabilmek üzere kullanırız demiştim. Biraz da Şafak'ın kayıtlı bir şeyleri olsun istiyordum, tedavi süreci işe yaramazsa diye. İlkay Abla ''Elbette, siz ne zaman geleceğinizi belirtin, stüdyo ayarlayayım'' dedi. Bu konuyu Şafak'a açtığımda Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu olarak, Ankara Abdi İpekçi Parkında oturma eylemi başlatacaklarını ve orada olması gerektiğini söyledi. İnsanların %99'unun kaçırmak istemeyeceği bu fırsatı eylem var diyerek, elinin tersi ile itmişti.
Tekel İşçilerinin grevinden sonra devlet çadır kurulmasına izin vermiyordu. Şafak yurtdışında tedavi olabilmek için, açlık grevi yaptığında çadır kurulmasına izin verilmediği için, soğuk ve açlık etkisiyle defalarca acile kaldırılmıştı. Grevin ilk gününde yanlarında olduktan sonra Şafak, Turancısından, BDP'lisine, Cemaatçisinden (o dönem AKPlilerdi), CHP'lisine yoldaşları yani meslektaşları ile vedalaştı ve  Amerika'ya doğru yola çıktık. Şafak orayı terkedince kameralar da ufak ufak terketmiş, yalnızca bir gazetenin muhabiri kalmış, o son gazeteci arkadaş yemek almaya gittiğinde öğretmenleri kelepçeleyip göz altına almışlar.Biz bu yaşananları otele yerleştikten sonra internete girdiğimiz zaman öğrendik. Amerika'da gece yarısıydı ve Şafak "geri dönüyoruz" dedi bana. Hiç bir zaman hayattan umudunu kesmemişti ama şimdi hayatını hiçe sayıp geri dönmek istiyordu. Üstelik her gün acile kaldırılma pahasına, 3 gün açlık grevi yaparak tedavi olma şansını yakalamışken: Her şeyi bir çırpıda yok sayacaktı. Yapılması gerekeni biliyordu, daha fazla öğretmen oturma eylemi için Abdi İpekçi Parkı'nda toplanmalıydı. Gözaltına alınanlar bırakıldığında hemen tekrar parka dönmeliydi. Arkadaşlarını aradı, gözaltına alınan öğretmenlerin bir saat içinde serbest bırakıldığını öğrendi. Herkes şehrine dönmüştü bile. Birkaç gazetede iki satır haber çıkmıştı. Takip edebildiğim kadarıyla oturma eylemi ve  gözaltılar herhangi bir televizyon kanalında yer bulamamıştı.
Geç kalmıştık, herkes evine dönmüştü. Biz de geri dönmedik memlekete, tedavi için Amerika'da kaldık. Türkiye'de tedavi kanalları tıkandığı için 1 yıldır tedavi alamıyordu ve olanca çabamıza rağmen deneysel tedavi için yurt dışına da gidememiştik. Kontrollerden sonra, doktoru deneysel tedavilere katılmak için geç kaldığımızı, bünyesi bu kadar zayıflamış bir hastanın deneysel tedaviye kabul edilmeyeceğini belirtti. Türkiye'de tedavi kanallarının tükendiği anda, yani bir yıl önce deneysel tedavi için yurt dışına gelmiş olsaydık belki her şey farklı olacaktı.
Mevcut 2 tedavi yönteminden bahsedildi, Türkiye'de de uygulanabilecek tedaviler. Başarı oranları çok yüksek değildi ama denemek gerekiyordu. Amerika'da en iyi şartlarda bu tedaviyi alabilirdi Şafak ama dönme kararı aldı. 500-600 bin dolara mal olacaktı belki orada tedavisi ve her bir kuruşu devlet tarafından karşılanacaktı. Hayatının hiç bir döneminde en ufak bir milliyetçilik parıltısı görmediğim o insan, "Paramız buralara gitmesin, dönelim Türkiye'de tedavi olacağım" dedi. Biz de döndük. Detayları ve sonrası başka bir zaman anlatılabilir yaşananların.
Şafak herhangi bir kurumda öğretmenlik yapmadı ama hayatına dokunduğu herkese bir şeyler öğretti giderken.
O gün gözaltına alınan arkadaşlar geri dönmemiş olsaydı memleketlerine ve tekrar gitselerdi o parka, bir daha göz altına alınsalar ve bir daha parka dönselerdi serbest bırakıldıklarında, ta ki haber olana kadar. Yeni öğretmenler katılsaydı aralarına her seferinde ve bir çığ gibi büyüseydi: Olmadı, yapmadılar, sonra birileri geldi ve AYÖP'ü böldü. Türkiye'nin en önemli sivil toplum hareketlerinden birisi yok olup gitti.
Bunları neden mi anlattım; Faşizmi yenmenin yolu budur da ondan. Çok olmak, daha çok olmak ve sonra daha da çok olmak. CHP AKP'nin, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili teklifine "Anayasaya aykırı ama evet"  demek yerine karşı durabilse, insanları sokaklara dökebilse ve faşizm her saldırdığında alanlara daha güçlü çıkabilse...
CHP'nin bu tarihi sorumluluğu yerine getirebileceğini sanmıyorum ama kim bilir belki onurlu bir duruş sergileyecek ve "bir şey yapacak" CHP'li milletvekili sayısı sandığımızdan çok daha fazladır.

Önce mersinliler ölecek - Koray Çalışkan

Dünyanın en güvenilmez devletinin en güvenilmez şirketine Mersin'i teslim edeceğiz. Mesele çok ciddi. Mersin’le ilgili. Biraz sabır, anlatacağım. 
Anlatacağım ama olayın ciddiyetini daha iyi kavrayabilmeniz için öncelikle bir Sofya’ya uğrayalım. Bir kaç hafta önce Bulgaristan’da bir referandum yapıldı.Bu referandum bizi çok ilgilendirdiği halde ruhumuz bile duymadı yurtdışında yaşanan ve bizi birinci dereceden ilgilendiren bir çok olayda olduğu gibi. Bulgaristanda yapılan bu referanduma katılım % 20’lerde kaldı. Kimse evinden çıkmadı. Bu sebeple referandum sonuçsuz kaldı. Nükleer lobi kazanamadı. 


Bulgaristan’da 4 nükleer enerji santrali vardı.Bu santrallerden İki tanesi AB’ye girmeden önce inceleniyor.  Dehşet verici riskler taşıdıkları fark edilince kapanıyor. Farkındayım yaşadıklarımız zihnimizi uyuşturdu ve bazen anlayamayacağımızdan değil ama ciddiye alıp üzerine düşünmediğimizden belki, olayların sonuçlarını  gözden kaçırabiliyoruz. Bulgaristan'da yaşanan bu gelişmelerden bize ne diyebilirsiniz ama Sınır komşusu olduğumuz bulgaristanda Varna yakınlarında ortaya çıkacak bir felaket İstanbul’a kanser bulutlarıyla yağardı.


Rus devlet lobisi
Rusya’nın nükleer enerji devlet şirketi ROSATOM, Bulgaristan’da yeni bir nükleer santral yapmak için uğraşıyor. Maliyeti ‘4 milyar euro’ olarak belirlemişlerdi. “Az paraya çok elektrik üretilecek”, böylece Bulgaristan ‘kalkınacaktı’.

ROSATOM’u HSBC rezil etti. Halka yalan söylediklerini ve reaktörün gerçek maliyetinin 10 milyar euronun üzerinde olacağını kanıtladılar. Üstelik ROSATOM’un tarihi birçok kaza barındırıyordu. Çernobil felaketini dünyaya yaşatan Rusya’nın güvenlik standartlarına kimse güvenmiyordu. Finansörler projeden 2009’da çekildi, hükümet konuyu kapattı.

Ama nükleer lobi devam kararı aldı. ROSATOM muhasebe hileleri nedeniyle uluslararası piyasalardan artık para alamıyor. Bu nedenle Bulgaristan gibi ülkelere “Parayı biz koyalım, siz de elektrik almak için söz verin” diyor. Böylece finansman sorunu çözülüyor. Geçen haftaki referandumla konu yeniden kapandı.


Niye bastırıyorlar?

Şirketin yaşaması lazım. Çünkü Rusya’da 200.000 kişi nükleer güç sektöründe çalışıyor. Rusya doğalgazı elektrik üretmek yerine satmak için kullanmak istiyor. Bu nedenle nükleer kapasitesini 31 santraldan 59’a çıkarmaya karar veriyor. Operasyon maliyetini düşürmek için çevresindeki ülkeleri de nükleer batağına çekmeye çalışıyor.

Bulgaristan, Beyaz Rusya, Vietnam, Türkiye bu nedenle önemli. Parayı başka yerden bulamayacakları için de devlet kredisi kullanıyorlar. O parayı çıkarmak için reaktörlere yüklenip alım garantisiyle finansmanı sağlıyorlar. Şirket yönetiminde şeffaflık sıfır. Her şey rüşvetle dönüyor. Baronların cepleri para dolsun diye dönmedik dolap kalmıyor. Ve bu süreç Akkuyu’ya kadar geliyor.

Aynı ROSATOM, AK Parti hükümetinin imzaladığı bir anlaşmayla Mersin Akkuyu’da da bir nükleer santral yapacak. Dışarıdan kredi bulunamıyor. Hiçbir şirket nükleerle adını kirletmek istemiyor, kimse ROSATOM’a güvenmiyor. Bu nedenle parayı Rusya devleti verecek. Böylece Türkiye’deki olası bir karşı kampanyayı da zayıflatmış olacaklar.

Bu santralın maliyeti şimdilik 50 milyar TL civarında. Daha önceki örneklerden biliyoruz, bunun çok daha üstünde bir rakama çıkacak. Bu santralın yapımı engellenmezse biz de ödeyeceğiz. Aldığımız elektrikle...

2023 kâbusu
Enerji Bakanı Taner Yıldız’a göre Türkiye’de 2023’e kadar 23 nükleer santral olacak. ROSATOM iyi çalışacak demektir. Avrupa nükleer enerjiyi kullanmayı durdururken biz dünyanın en güvenilmez devletinin en güvenilmez şirketine Mersin’i teslim edeceğiz.

Japonlar dahi kazaları engelleyemezken biz Rusların teknolojisine güveneceğiz. Bir kaza olursa (ki bence olacak) ne olacak? Başlık gerçek, söylemek bile istemiyorum. Bu yüzden Akkuyu’da ya da başka yerde nükleer santral istemiyorum. Mersinliler için, çocuklarım için...

Koray Çalışkan

Eren Erdem AKP'nin teklifi aldatmacadır. Hayır diyeceğim !

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem AKP'nin dokunulmazlık teklifine hayır diyeceğini açıkladı.
Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı bir televizyon programında AKP'nin dokunulmazlıklar ile ilgili anayasa değişikliği teklifine, anayasaya aykırı ama  “evet” diyeceğiz demişti.
CHP’nin bu açıklamasının ardından MHP’den de teklife “evet” oyu verileceğine dair açıklama yapıldı. Bunun gelişmelerin ardından CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
AKP’nin Meclis’e getireceği öneriye “hayır” oyu vereceğini belirten Erdem, şunları söyledi:
“Sayın Genel Başkanımız AKP'nin geçici maddesini onaylayan bir konuşma yaptı. Öncelikle şunu düzeltelim, ortada yürütülen ciddi bir algı operasyonu var. AKP dokunulmazlıkları kaldırmıyor, medyada yer alan bu ifade tamamen palavradır, yalandır, gerçekdışı bir ifadedir. AKP sadece parlamentoya getirilmiş mevcut fezlekeleri işleme koyuyor. Kürsü dokunulmazlığı hariç, dokunulmazlıkların tamamı kalkmalıdır, oysa AKP geçici madde değişikliğiyle kaçak güreşmekte ve meselenin etrafında dolanmaktadır. Bu kanun geçtikten sonra AKP’li bir vekil hırsızlık yapsa işleme alınmıyor. Bu kadar komik ve gerçekdışı bir uygulama olamaz. Ben kendi fezlekelerimin tamamının işleme alınması adına hemen dilekçe vereceğim ama geçici maddeye evet demeyeceğim. Bu madde dokunulmazlıkları kaldırmıyor, sadece muhalefet vekillerine yönelik bazı fezlekelerin işleme girmesine neden oluyor.
İktidar partisi korkar, bölünür, gizli oylamalarda oy vermez gibi ifadeler kullanıyor. Bunların hiçbirini gerçekçi bulmuyorum. AKP’li vekillerin, vekilliğini düşürecek nitelikle hiçbir dosya yok. Siyaset yapmalarını engelleyecek bir şey yok. 40 tane dosyaları var, trafik cezası, hakaret gibi. Ama bizim vekillerimizin çok ciddi suçlamalardan oluşan dosyaları var. Benim mesela hiçbir hakarette bulunmadığım halde hali hazırda ‘Cumhurbaşkanına hakaretten’ 4 tane fezlekem var. Benim aileme sinkaflı küfür etmiş bir vekile savcı takipsizlik verebiliyor. Bizleri Galip Ensaroğlu’nun dediği gibi AKP’nin yargısı yargılayacak. Amaç, parlamentoya kumpas kurup uyduruk dosyalarla milletvekilleri pasifize etmektir” ifadelerini kullandı
Kılıçdaroğlu’nun ifadelerine katıldığını belirten Erdem, “Genel başkanımız bir tavır oraya koymuştur. Bedel ödemek gerekirse bedel ödenir. Ben şahsen kendi fezlekelerimin tamamı için feragat dilekçemi hazırladım. Benim kendimle ilgili bir kaygım yok. Ama bu geçici maddeyle siyaset bir şekilde çözüm üretemez bir mecraya dönüştürülmeye çalışılıyor. Biz demokratik bir partiyiz, bizde farklı görüşler olabilir. Genel Başkanımız çok net ifade etti, ‘Biz buna sokakla yürütebilecekleri propagandanın derinliğinden dolayı evet diyoruz’ dedi. Başkanımızın haklı bir çerçevesi vardır. Ama ben dokunulmazlıkların tamamının kaldırılması gerektiğini düşünüyorum, sadece muhalefet partilerine dokunmak gerçekçi bir politik zemin olmaz. Örneğin, TCK 299 yani Cumhurbaşkanına hakaret suçu 14 aydan başlıyor. Bizim dosyaların hiçbirinde hakaret yok ama fezlekelerle kumpas kurulup vekillik düşürülmek isteniyor. Bu haliyle geçerse bu teklif, CHP’li 60 vekil milletvekilliğini düşürebilirler. Türkiye’yi böylece erken seçime götürecek bir aritmetik bulabilirler. Seçim propagandası olarak bunu kullanabilirler. Bu toplumdaki sosyo-psikolojik kaosu derinleştirir. Kaosu derinleştirmek yerine bu süreci normalleştirmemiz gerekiyor.” dedi.